27 Mart 2019 Çarşamba

Mektubunuz Var !






"Sevincim Ol 

Bu bahar, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nda sevincim sen ol. Senin ellerinin değdiği bir şey... Öylesine bir şey işte, ne olursa... Belki bir oyuncak, belki bembeyaz sayfaları ile bir resim defteri, renk renk kalemler, bir çanta, kahramanlarına hayran olacağım bir kitap... 
Ne olduğunun ne önemi var ki aslında.
Sen onu alırken, örerken ya da dikerken beni düşündüğünü, nasıl biri olduğumu gözünde canlandırmaya çalıştığını bileceğim ben. Kalbim kocaman bir sevinçle dolarken, yüzümde güneşi kıskandıran bir aydınlıkla gülümseyeceğim.
Benim sana armağanım sadece bu olacak. Senin yerine hediyeni bana uzatan ellerin sahibine sarılacağım. Kocaman, sımsıcak sarılacağım.
Çünkü benim dünyamda sevgiler de sevinçler gibi kocaman.

Şimdiden pırıltılı binlerce teşekkür"


************


Bu kısacık, içten mektup sizin için sevgili dostlar. 
Yıllardır olduğu gibi  Bayramı yine SERÇEV olarak, Serebral Palsili çocuklarımız ve onların harika aileleri ile birlikte kutlayacağız inşallah. Lakin hediyelerimiz hem SERÇEV, hem de Lösev çocukları için. 

Sizler de onlardan birinin, birkaçının sevinci olmak isterseniz bana yazın lütfen.
Bu bahar da benim yüreğim pır pır. Yine "yetişecek mi, yetecek mi ?" kaygısı ve telaşı ile doluyum ama siz beni hiç yalnız bırakmadınız ki. Binlerce binlerce hediye dağıttık bunca zaman çocuklarımıza, yaşlılarımıza. Sadece bu mu?Kitaplar gönderdik uzak köy okullarına. Kitaplıklar doldurduk, yetmedi kütüphane kurduk. 
Evet, şimdi bu ne ki? dediğinizi duyar gibiyim. 
Yeni yol arkadaşlarımız için aşağıya bir link bırakıyorum. Hatta kendim için de :) Acaba  altından kalkabilecek miyiz? diye korkarsam, buraya gelir, bakarım. 




Gönderileriniz yine benim adresimde toplanacak, ayrıştırılıp, paketlenecek, etiketlenecek...
Son gönderi tarihi 18 Nisan olsun.
Adresim her birinizde vardır eminim :) yine de "tlnbozkoyunlu66@gmail.com"a yazarsanız, iletirim zevkle. 

23 Nisan Çocuk Balomuz,
22 Nisan taihinde, yine Bilkent Otel, Sakarya Salonu'nda. Ankara da olup da katılmak isteyenler derneğimizi arayıp katılım sağlayabilirler ya da bana yazabilirler.

Şimdiden sonsuz teşekkürlerim ve sevgimle.


25 Mart 2019 Pazartesi

Gülhahe Parkı




Gülhane Parkı adını, eskiden burada gülbeşeker yapan imalathanelerin yeri olmasından ötürü almış. Osmanlı Devleti döneminde Topkapı Sarayı’nın dış bahçesi olarak kullanılmış olan Gülhane Parkı, çok büyük bir alanı kapsıyor. Yaklaşık olarak 100.000 m2’lik bir alan bugün hala korunuyormuş. Tarihi yapısından ötürü araştırmalar sonucunda içinde bir sarnıç olduğu tespit edilmiş. 
Parkın Sarayburnu Kapısı ve İstanbul Kapısı olmak üzere iki giriş kapısı bulunuyor.
Tarihsel süreçte pek çok olayın geçtiği parkta, Sultan Abdülmecit Gülhane Hatt-ı Şerifi olarak bilinen Islahat Fermanı’nı burada okutturmuş. 
Benim ise hayvanat bahçelerinden nefret ettiğim mekan olarak hafızamda ayrı bir yeri var. Çocukluğumda pis kokulu, mutsuz, bakımsız zavallı hayvanların hali içimi acıtırdı. Oraya gitmeyi hiç sevmezdim. Şimdi ne kadar bakımlı olsa da hayvancıkların hapsedildiği bu yerleri sevmeyişim o günlerden mirastır.
Gülhane'yi ben malum şarkı ile anmayı tercih ediyorum.
İşte hikayesi ve sözleri;
Nazım Hikmet, kaçak olduğu ve polis tarafından aranıldığı günlerden bir gün sevgilisi Piraye ile buluşmak ister. Bu sebeple de güvendiği bir arkadaşı ile haber ulaştırır Piraye’ye. Fakat Hikmet’in arkadaşı sanıldığı gibi güvenilir biri değildir. Öyle ki, bu arkadaş polislere ”Nazım, Gülhane Parkı’nda, en ulu ceviz ağacının altında olacak” diye haber uçurur.
Gelgelelim buluşma günü gelip çatar, Piraye’nin hasreti ile yanan Nazım Hikmet, Gülhane Parkı’na gelir. Gelir gelmesine de, her yer polis kaynamaktadır. Derken polislere görünmemek için meşhur ceviz ağacına tırmanıverir. Nazım ağacın tepesindeyken, sevgilisi Piraye ceviz ağacının altında belirir ve kendisini beklemeye başlar. Polisler ise uzaktan Piraye’yi gözetlemekte, Nazım’ın onun yanına gelmesini beklemektedir.
Polisler bir köşede, Piraye ağacın altında, Nazım ağacın tepesinde… Herkes birbirini beklemektedir. Bizim şair ne ağaçtan inebilir ne de sesini duyurabilir sevdasına. Ve çaresiz çıkarıp kağıdını kalemini, o meşhur şiirini yazar: “Başım köpük köpük bulut içim dışım deniz/ Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda/Budak budak serham serham ihtiyar bir ceviz/Ne sen bunun farkındasın ne polis farkında/Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda/Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl/Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril/Koparıver gözlerinin gülüm yaşını sil/Yapraklarım ellerimdir tam yüz bin elim var/Yüz bin elle dokunurum sana İstanbul’a/Yapraklarım gözlerimdir şaşarak bakarım/Yüz bin gözle seyrederim seni İstanbul’u/Yüz bin yürek gibi çarpar çarpar yapraklarım....


23 Mart 2019 Cumartesi

Mart Bitmeden



Baharı evin içine taşımak istedim, bu mor sümbülü aldım.


Bunları okudum, en çok "Sokak Kızı"nı sevdim.
Yıllardır bekleyen kitapların yazarından özür diledim.
Çünkü bu Romen yazarın satırlarını okurken kendimi sevgi, fedakarlık ve arkadaşlık temalı siyah-beyaz filmlerin içinde buluşumu çok sevdim.


İstedim.
Çünkü bana "Mary Poppins" diyen arkadaşımı hatırlatıyor.
Bulan, gören haber versin. Yok arkadaşımı değil, onun yerini biliyorum :) Fincanı.


Çok severek ördüm, diktim, Ada bebeğe götürdüm.
Annesi bayıldı, mevlütde giydirecekmiş :)




Ördüm, bitiremedim, çünkü içinde elbisesi olacak diğeri gibi.
 Minik sahibesi ise yolda.


Dahası yapılıyor, dernek yararına satılsın diye.

 

Biraz da Ankara içinde gezdim, yalan yok.


Mart ayının dizisi NCIS. 
Hemen her gün bir-iki bölüm izliyoruz (örgüleri ne ara ördüğümü soranlara)


Bu ay en çok bu müthiş tenoru dinledim.
Sevdiğim şarkıları flarmoni orkestrası eşliğinde dinlemek gerçekten çok keyifli.
Hele bir "Nazende Sevgilim" söylüyor ki....



Bir Nuri Bilge Ceylan filmi.
Uzun ama uzun olduğunu hissetmediğim bir filmdi, sevdim.

Henüz Mart ayı bitmedi ama bitene kadar daha neler olacağı bilinmez ki.
Olanları paylaşayım dedim. Sonra bir türlü sıraya koyamıyorum. 
Bir telaş, bir telaş bende.

Kocaman sevgimle.



 Açmış bile :))

20 Mart 2019 Çarşamba

Ayasofya




Bir gün de martıları takip ettim.
Şimdilik uçamayacağıma göre, vapura binip Boğaz'ı geçtim onlarla.


Sultan Ahmet'e geldik sonunda. Ayasofya ya.  
Burada hep yazdığım gibi Müze Kart sayesinde hiç sıra beklemeden, vakit kaybetmeden bu ihtişamlı yapının içine giriverdim. Yakında ilgili bakanlıktan "teşekkür" alırım diye düşünüyorum :)


Çocukluğumda her yaz karne hediyesi olarak, müze müze dolaştıran anneannemin ruhu şad olsun.
İstanbul'a gidişlerimde aynı yerleri tekrar gezmek, bana adeta zaman yolculuğu yaşatıyor. 
Lakin Ayasofya ile ilgili anılarım çok silik. Oyda Topkapı Sarayı, Yere Batan Sarayı (o zamanlar adı böyle idi ), Arkeoloji Müzesi, hatta Sağlık Müzesi, Hisarlar, türbeler, camiler, hamamlar... Hepsi dün gibi aklımda.


Müzenin sayfasından bir alıntı ile; 

Ayasofya Müzesi

En çok ziyaret edilen müzeler arasında yer alan Ayasofya; sanat ve mimarlık tarihi bakımından dünyanın en önde gelen anıtlardan biri olup, dünyanın 8. harikası olarak gösterilmektedir.
 Bu yapı daha 6.yy'da Doğu Romalı Philon tarafından da, dünyanın 8.incisi harikası olarak nitelendirilmiştir. Bugünkü Ayasofya aynı yerde fakat öncekilerinden farklı bir mimari anlayışla yapılmış olan üçüncü yapıdır. Bu yapı, İmparator Justinianos tarafından (527-565) dönemin iki önemli Mimarı olan Tralles'li (Aydın) Anthemios ile Miletos'lu (Balat) İsidoros'a yaptırılmıştır. 
Yapım çalışmaları sırasında iki baş mimar ile birlikte 100 mimar ve her mimarın emrinde 100 işçi çalıştığı kaynaklarda geçmektedir. Yapımına 23 Şubat 532'de başlanmış, 5 yıl 10 ay gibi kısa bir sürede tamamlanarak büyük bir törenle, 27 Aralık 537' de ibadete açılmıştır.
916 yıl kilise olan yapı, 1453 Yılında Fatih Sultan Mehmed tarafından İstanbul'un fethiyle camiye çevrilerek, 482 yıl cami olarak kullanılmıştır. Atatürk'ün emri ve Bakanlar Kurulu'nun Kararı ile 1935 yılında Ayasofya müze olarak kapılarını ziyarete açmıştır. 







 İkonayı görüyor musunuz? Öndekini değil :) Tam başımın üzerinde.




Şadırvan






Bir yanda ziyaretçiler,


tadilat, tamirat devam ediyor bir yandan. 

Terleyen Sutun;
Rivayet odur ki, metal zarflı bu deliğe elinizin başparmağını sokup, avucunuzu bir tam tur döndürebilirseniz dileğiniz kabul olurmuş.
Bu uğurda şekilden şekile giren ziyaretçileri izlemek çok eğlenceliydi:)
Ben mi? Bir turist rehberinin verdiği taktikle hallettim.
Bilgiyi kaynağından almak gibisi yok !


Biraz sonra üst kata çıkıp, bu parmaklıklardan aşağıya bakacağım.


İşte çıktım!



Tarihe iz bırakmak demek, bu olsa gerek.







Bir ara birazcık üşüyerek de olsa bilgilendirme salonunda yapının tüm tarihçesini izledim.


Son uğrak noktası müze dükkanı oldu.
Bütün müzelerde olduğu gibi biraz pahalı ama özenli turistik, hatıra objeleri vardı. Güzel bir müzik ve mis gibi bir koku eşliğinde soran çok, satın alan azdı.




İşte böyle sevgili dostlarım.
Madem müzeler toplumların hafızaları, yeni bilgiler,anılar depolayın siz de.
Ya da benim gibi olanları canlandırın yeni baştan. 
Seçim sizin!



Neşeli Evler Bitti



Mutlu Evler yapmıştık ya Pukka Sanat da. 
Hani küçük aksilikler yüzünden bir günde bitirememiştik.
Sonra yine gittik o cici mekana, yine çaylar simitler, kahveler.
Ve bitirdik bu defa evlerimizi.


Pencereleri çiçekli, kapı kenarında çam ağacı olan bu ev benim neşeli, 
Mutlu Ev'im.


Nasıl ciddiyiz çalışırken, nasıl azimliyiz bakar mısınız?


Bendeniz, nam-ı diğer Dalgacı Mahmut bile bitirme telaşında.




Aferin kızlar, işte böyle :)





Eveeet, şimdi pozları alalım!


 Sokaklar doldurup mahalleler kurucağız yakında neredeyse :)





Çünkü çok sevildi, çok beğenildi Mutlu Evlerimiz.

Galiba bir atölye çalışması daha bizi bekliyor.

Ne güzel  :)

Sizi de bekleriz  !