18 Ağustos 2020 Salı

Kahve Zamanı-Kahve Dünyası Eskişehir

Çok uzun zaman önceydi. 
Şimdi dönüp bakınca "çok uzun"dan daha da uzun bir zaman gibi geliyor bana.


Sevdiklerimizle korkusuz ve kuşkusuz bir yerlere gidip oturduğumuz, 
içimize sine sine bir şeyler yiyip içtiğimiz zamanlar.


Bu kırmızı opalin avize altında geçen, mis kokulu akşam yine de dün gibi.





Bu şekerleme kutusu gibi evler bir Eskişehir de, bir de Çanakkale de mutlu tebessümler  yerleştiriyor yüzüme. Hiç böyle bir evde oturmuş olmasanız da sizi eski zamanlara, çocukluğunuza, anne babanızın gençliğine, komşularla kocaman bir aile gibi yaşadığınız zamanlara ışınlıyor.


Atlı Han

Her gittiğimde lüle taşı dikiş yüksükleri aldığım, bir dolu anı barındıran yer.




Şimdi içimde garip bir istek var.
Hiç bilmediğim bir şehre gitsem. Havada bahar esintisi, sokaklar tenha olsa.
Ben tüm günlük telaşlardan azat olmuş, öyle sakin sakin dolaşsam.
Kafamı kaldırıp baktığımda masmavi gökyüzünde pamuk kümesi bulutlar,
yol boyu ağaçlar, çiçekler, böyle sırdaş evler görsem.

Melih Cevdet Anday'da böyle hissettiği bir günde yazmış olmalı şiirini.


Bir Misafirliğe Gitsem

Bir misafirliğe gitsem
Bana temiz bir yatak yapsalar
Her şeyi, adımı bile unutup
Uyusam...
Kalktığımda yatağım hala lavanta koksa
Kekikli zeytinli bir kahvaltı hazırlasalar
Nerede olduğumu hatırlamasam
Hatta adımı bile unutsam....

**********
Diye.




6 Ağustos 2020 Perşembe

Ben baktım, o geçip gitti

Kah pencere pervazına dayadım dirseklerimi baktım.
Kah balkon küpeştesi kenarına bir sandalye attım. Bir kaç akşam serinliği parkdaki çamların altında karanlıkta izledim geçip gidişini... Bütün ayrılışlar gibi incecik sızlattı içimi  ama o yine de gitti.
                                                     ( kuşlara yem, bana kahve)

Eğer Ankara da yaşıyorsanız, Temmuz ayı bitip giderken Yaz'ı da koluna takacağını bilirsiniz

Ağustos da gündüzler hala sıcak olsa da, geceler serin serin dolar açık pencerelerden içeri. İnce de olsa omuzlara atmaya bir şey arayınca terk edilmişlik gibi bir hüzün duyar insan. Oysa baharları severim en çoğu. Ne kış, ne yaz... Yine de kış giderken zil takıp oynayasım gelirken, yaz biterken üzülürüm. Ananem "yaz fakir mevsimidir" derdi. Ne olsa giyer, her yerde yatar, ne yesen doyarsın. Bu düşüncenin insana özgürlük sağlayan tarafı bana hep iyi gelir. 
Ondan galiba bu hüzün.

Evde küçük oğlumun evlilik telaşı yaşanırken, dışarıda bin bir tehlike  varken ve ben kronik bir hastalığın sahibi iken bu sene yazlığa da gidilmedi tabii. Uzun zaman olmuş tüm sıcakları Ankara da yaşamayalı. Sebep bu kadar güzel olunca, varsın deniz, zeytin ağaçları, komşuda sabah kahveleri, mehtapta yüzme serüvenleri beklesin dedik. Bekliyorlar... Eylül de inşallah. Zeytinlerin renginin dönmeye başladığı, bizim oralarda denizin en güzel olduğu ayda kısmetse.


Umutlu bir tebessümle veda edeyim :)