Bozcaada etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bozcaada etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Eylül 2017 Pazartesi

Ada da Bir Bahçe, Itırlı Bahçe




Seviyorum ben Bozcaada'yı arkadaşlar.
Tam bu noktada, hem de bu açıda, kaçıncı poz yıllar içinde bilmiyorum.

Yon-Gü-Tü

  (yok yok, bir Japon ortaklığının adı değil bu . Yonca-Güler-Tülin'in kısaltılmış hali.
Ortaya çıkışı bizce çok komik ve anlatması da bir o kadar  uzun.
Şimdilerde WhatsApp grubumuzun adı ) 

olarak Küçük Ev deki tatilimizin bir gününü ada turuna ayırdık.

Ben seviyorum ya.....Sevdiklerim de sevecek elbet !


Ada gezimiz günübirlik ama tahmin edersiniz ki, çok yazı çıkar bu garip üçlünün bir gününden bile.

Üç farklı karakter, aynı okul, birbirinin içine geçen 45 yıl.
Bazen farklı şehirlerde geçen zamanlar Yazılan mektuplar, gönderilen kartpostallar, ayrılıklar, kavuşmalar... Son yıllarda birlikte tatiller şeklinde devam ediyor. Bir ben uzaktayım.
 İyi ki de öyleyim. Yoksa hayatta gerçekleşmezdi bu kaçamaklar.

Vakti ile annelerimiz de dostlardı birbirlerine. 
Yazık ki üçünün birlikte bir fotoğrafı yok. Olsa ne yakışırdı buraya değil mi?

Ada  sokaklarından birinde dikkatimizi çeken bu sarmaşık saçlı kız oldu.



Hemen yanında bir tahta kapı.
Hani herkesin kalbinde bir "saklı bahçe" vardır ya.
Hah! işte sanki onun kapısı.


Gül ile dikiliverdik kapısına.
Meğer Yon, arkamızdan fotoğraf çekermiş. İyi de edermiş :))


"Itırlı Bahçe"

Biliyor musunuz eğer adada bir bahçem olsaydı ve eğer onu bir kafeye dönüştürmeye karar verseydim, tastamam böyle bir yer tasarlardım.

Kapısına sevdiğim şarkının güftesinden bir mısrağı tıpkı böyle el yazımla yazardım.


Simetri takıntımı bir kenara atar, kitaplığın raflarını gelişigüzel doldurur, ellerimi oğuşturup
 üzerinde yazdığı üzre birilerinin kitapları karıştırmasını dört gözle beklerdim.



Bu bahçeyi en çok ben sevdim.

Diğer ikilinin eski ile araları pek yoktur. O sebepten olsa gerek, her köşesi yılları taşıyan eşyalarla yorgun bu bahçeye pek rağbet etmediler.
Dönüş saati de iyice yaklaştığından o meşhur zencefilli limonatasını da tadamadım.

Zaman zaman sergilere ev sahipliği yaptığını öğrendiğim yerin sahipleri ile ayaküstü tanışmak istedim. Çalışan cici hanım, orada olmadıklarını söyledi   :(  Bence bu bahçenin günü değildi.


                                                        ( bu görseli internette buldum)

Ne dersiniz? Birçoğumuzun evinden böyle bir ambiyansın elemanları tastamam çıkar bence.



Geriye kaldı üç nal ve bir at.  Değil mi  ; )

Ah, bu arada bahçe de gerçekten ıtırlar var. Bakın hemen arkamda görünüyor koca bir kök.
 Mis kokulu bu çiçek "Fahriye Abla" şiirinin hatırlattığı gibi, çocukluğumda yaz kış yeşil bir saksı olarak annemin teyzesinin penceresinde olurdu.

İzin istedim, kırdım iki küçük dal. Sonraki günlerde suda beklettim, köklendi, 
Birini ektim lakin tutturamadım, korktum. Diğerini çiçek sever komşuma verdim.
Gelecek yaza üçümüz buluşalım inşallah dedim.

 Sen, ben ve bir saksı dolusu ıtır :))










26 Ocak 2016 Salı

Bozcaada

Biliyordum. 
Kışın beyaz soğuundan kaçmak, biraz gönlümü ısıtmak için dönüp dönüp yaz resimlerine bakacağımı. 
İyi ki paylaşmayı bu zamana bırakmışım. İlk kez görüyor gibi baktım ben de :)

İşte benim gözümden güzel ada, Bozcaada.






























İşte böyle...

Ben yarın İstanbul'a gidiyorum dostlar.
Biraz da toprağımla hasret gidereyim değil mi? Karlı bir İstanbul görmeyeli ne çok zaman oldu !

Güzel bir hafta olsun hepimiz için.

( Bozcaada Yerel Tarih Müzesi ni de burada anlatmıştım )


31 Ağustos 2015 Pazartesi

Bir Yaz Daha Bitti !

Bir mevsim daha tükettik gittikçe kirlenen dünyamızda.


Dün gördüm bu saati uzun zamandar beri ilk defa. Annemin evinde vardı . 
Bozuldu diye atılmıştı. Ne fena !
Bu saate, doymak bilmez tavuğun yemleri gagalayıp durmasına bakınca nasıl başlanır ki yazıya .

Galiba şöyle;
"Zaman yine su gibi aktı, gitti"


Valizler bu defa Ankara Ya dönüş için hazırlandı.



Bu ay bitmeden bir Bozcaada yazısı gelecekti, olmadı.
Bir dahakine artık :)
Hatta kar yağdığında yazayım. İçimiz ısınır hem ne dersiniz?


Temmuz ayı motifleri örüldü, sonunda bitti.
Ağustos ortalarında sahibine ulaştı .
Ben çok severek hazırladım.
Umarım gülümseten bir paket olmuştur.


Burası Bozcaada limanı açıkları.
 Büyük oğlum 2 seneliğine uzak bir denizin kenarına gitti :(
Biraz buruldu içim elbete ama hep diz dize nereye  kadar değil mi?
Hem, hayat cesur olanlara iltimas geçermiş.
Görelim bakalım :)


Bu sene 40 Gün, 40 gece kalmışım Küçük Ev de.
Bana başka türlü iyi geldi bu yaz o sahiller.
 Aslında,
Ne güzel detaylar var anlatmak istediğim.
Yakında çözülür lal olan dilim, yazarım inşALLAH.


Siz bana bakmayın.

Aslında bıktırasıya yazasım var ama yüreğimin ve parmaklarımın üzerinde görünmez gülleler 
hala duruyor.
Ondandır bu ne anlattığı bilinmez, tutuk yazı.

Affola!


 Bitirmeden,

Bu güzel kahvaltılıkları küçüğüm hazırladı.
Abiye "güle güle" kahvaltısı verdi de :)
Mis kokulu, aydınlık bir sabaha uyanmak ne güzelmiş. 
Hele sevdiklerinizin elleri ile hazırlanmış sofra, demlenen tavşan kanı çay...
O an var ya...  Her şeye değiyor.
Uykusuz gecelere, tüm sızılara... 
Mutluluk işte bu kadar küçük, kısacık zaman dilimlerinde değil mi zaten. 

Şükredelim ve tekrarını dileyelim :)

Şimdi;
Huzurlu, sağlıklı bir mevsim diliyorum herkese.
Sonbahar Ankara da harikadır.

Bir zamanlar şöyle anlatmışım,

Sonbahar ;
Ankara da uzun güneşli günler, serin sabahlar, ayakkabılarınız çamurlanmadan gezebileceğiniz
 yağmursuz ılık günler demektir.

Sergiler, konserler başlar ekimle birlikte. Tiyatroların önü cıvıl cıvıldır.
Bir de arkadaşlarınız varsa yanınızda, her şey pamuk helva tadındadır zaten.

Yani,dünyanın hiç bilmediğiniz çarkları dönüp durmaya,öğütüp çiğnemeye devam ederken son hızla her şeyi, sahnedeki oyunla başka hayatlara sızıvermenin tam zamanıdır Ankara da sonbahar...

Bekleriz efendim !






28 Temmuz 2015 Salı

Bozcaada Yerel Tarih Müzesi



Geleneksel hale getirdik, her yaz günübirlik turlarla yakın çevremizi keşfe çıkıyoruz.
Fotoğraflar, video çekimleri soğuk kış gecelerinde bir sürü şeyi hatırlayıp gülmemize vesile oluyor.
Erkek çocukları annelerine "şuranı buranı düzelt ya da şöyle bak anne "demek yerine en komedi halini çekip gülünecek ekstra malzeme edinmeyi sevdikleri için genellikle konuşurken, bir şeyler yerken, aval aval bakarken çekilmiş fotoğraflarım çoğunlukta oluyor.   
Halbuki ben bastığım taşı, uçan kuşu, gözümün gördüğü ne varsa belgelemek isterim. 
İsterim de teknoloji onlara çalışıyor.
Onların telefonları daha güzel fotoğraf çekiyor, makinemden ıpadime aktaramıyorum falan.
Bir dünya lafı etmemdeki sebep, alakası olsun olmasın, gezi fotoğraflarında görünmem.
Bir iki kareyi de internetten aşırmamdır.


Hadi artık müzeyi gezmeye başlayalım mı?


Eksile, yıkıla bir bölümü kalan bu tarihi yapı 1915 de 
 Fransız ve İngiliz askerlerinin karargahı olarak kullanışmış. Şimdilerde müze.
Bozcaada Çanakkale Savaşı boyunca bu iki ordunun ikmal ve tedavi merkezi imiş zaten.



 Müzenin tığ işi dantelli perdelerini çok beğenmiştim.
A, sonra bir baktım ki desen aslında Tenedos  (Bozcaada) sikkelerinin üzerinde kullanılmış. Bozcaada Yerel Tarih Araştırma Merkezi'nin de amblemi.




İçimde bir Sunay Akın yaşıyor sanırsam ;)


 ( bu kare int. Alıntısı )

Müzenin girişinde sizi bu beyefendi selamlıyor.
Bu arada müze bir koleksiyonerin eseri. 2006 Yılında M. Hakan Gürüney 'in kişisel koleksiyonunu kendisine tahsis edilen bu 130 yıllık binada sergilemesi ile temeli atılmış.
Müze yılın altı ayı açık. Sonbaharda tüm objeler İstanbul'a taşınıyor.
Büyük bir emek, saygıdeğer bir çaba ile bizi yakın tarih yolculuğuna çıkarıyor.
 Hem de küçücük bedeller karşılığında.
Ben bu tip yerlerde hatıra eşya satan bölümden alışveriş etmeyi de çok önemsiyorum. 
Ne denli zor ayakta durduklarını biliyorum çünkü.
Buradan nacizane bir istek;
Nerede olursanız olun lütfen müzeleri ziyaret etmeye çalışın. 
Ödeyeceğiniz her kuruş çok güzel bir şeyin bedeli olacak inanın.



Adanın Rum sakinlerinin kullandıkları eşyalar.


İkonalar, dua köşeleri,


Esnafların alet, edavatları, kısaca yıllar içinde günlük yaşamın şahitleri....
















Haydi, hoop çocukluğumuza !





Daha bir çok fotoğraf var ama içinde bulunduğum durumda bir gönderi hazırlamak bana göre çok zor.
Ben evdeki bilgisayarımı istiyorum !!!

Yazıyor, yapıştırıyor sonra kaybediyorum. Yani uğraşsan olmaz işler, ben de oluyor :(
Kusura bakmayın, bu yaz böyle.
 İnadına inadına yazmalı, kara günleri küçük sevinçlerin pırıltıları ile aydınlatmaya çalışmalıyız.
Yoksa gündemin karanlığında boğulmamak mümkün değil.

Aydınlık günleriniz olsun dostlar.