Seviyorum ben Bozcaada'yı arkadaşlar.
Tam bu noktada, hem de bu açıda, kaçıncı poz yıllar içinde bilmiyorum.
Yon-Gü-Tü
(yok yok, bir Japon ortaklığının adı değil bu . Yonca-Güler-Tülin'in kısaltılmış hali.
(yok yok, bir Japon ortaklığının adı değil bu . Yonca-Güler-Tülin'in kısaltılmış hali.
Ortaya çıkışı bizce çok komik ve anlatması da bir o kadar uzun.
Şimdilerde WhatsApp grubumuzun adı )
Şimdilerde WhatsApp grubumuzun adı )
olarak Küçük Ev deki tatilimizin bir gününü ada turuna ayırdık.
Ben seviyorum ya.....Sevdiklerim de sevecek elbet !
Ben seviyorum ya.....Sevdiklerim de sevecek elbet !
Ada gezimiz günübirlik ama tahmin edersiniz ki, çok yazı çıkar bu garip üçlünün bir gününden bile.
Üç farklı karakter, aynı okul, birbirinin içine geçen 45 yıl.
Bazen farklı şehirlerde geçen zamanlar Yazılan mektuplar, gönderilen kartpostallar, ayrılıklar, kavuşmalar... Son yıllarda birlikte tatiller şeklinde devam ediyor. Bir ben uzaktayım.
İyi ki de öyleyim. Yoksa hayatta gerçekleşmezdi bu kaçamaklar.
Vakti ile annelerimiz de dostlardı birbirlerine.
Yazık ki üçünün birlikte bir fotoğrafı yok. Olsa ne yakışırdı buraya değil mi?
Ada sokaklarından birinde dikkatimizi çeken bu sarmaşık saçlı kız oldu.
Hemen yanında bir tahta kapı.
Hani herkesin kalbinde bir "saklı bahçe" vardır ya.
Hah! işte sanki onun kapısı.
Gül ile dikiliverdik kapısına.
Meğer Yon, arkamızdan fotoğraf çekermiş. İyi de edermiş :))
"Itırlı Bahçe"
Biliyor musunuz eğer adada bir bahçem olsaydı ve eğer onu bir kafeye dönüştürmeye karar verseydim, tastamam böyle bir yer tasarlardım.
Kapısına sevdiğim şarkının güftesinden bir mısrağı tıpkı böyle el yazımla yazardım.
Simetri takıntımı bir kenara atar, kitaplığın raflarını gelişigüzel doldurur, ellerimi oğuşturup
üzerinde yazdığı üzre birilerinin kitapları karıştırmasını dört gözle beklerdim.
üzerinde yazdığı üzre birilerinin kitapları karıştırmasını dört gözle beklerdim.
Bu bahçeyi en çok ben sevdim.
Diğer ikilinin eski ile araları pek yoktur. O sebepten olsa gerek, her köşesi yılları taşıyan eşyalarla yorgun bu bahçeye pek rağbet etmediler.
Dönüş saati de iyice yaklaştığından o meşhur zencefilli limonatasını da tadamadım.
Zaman zaman sergilere ev sahipliği yaptığını öğrendiğim yerin sahipleri ile ayaküstü tanışmak istedim. Çalışan cici hanım, orada olmadıklarını söyledi :( Bence bu bahçenin günü değildi.
( bu görseli internette buldum)
Ne dersiniz? Birçoğumuzun evinden böyle bir ambiyansın elemanları tastamam çıkar bence.
Diğer ikilinin eski ile araları pek yoktur. O sebepten olsa gerek, her köşesi yılları taşıyan eşyalarla yorgun bu bahçeye pek rağbet etmediler.
Dönüş saati de iyice yaklaştığından o meşhur zencefilli limonatasını da tadamadım.
Zaman zaman sergilere ev sahipliği yaptığını öğrendiğim yerin sahipleri ile ayaküstü tanışmak istedim. Çalışan cici hanım, orada olmadıklarını söyledi :( Bence bu bahçenin günü değildi.
( bu görseli internette buldum)
Ne dersiniz? Birçoğumuzun evinden böyle bir ambiyansın elemanları tastamam çıkar bence.
Geriye kaldı üç nal ve bir at. Değil mi ; )
Ah, bu arada bahçe de gerçekten ıtırlar var. Bakın hemen arkamda görünüyor koca bir kök.
Mis kokulu bu çiçek "Fahriye Abla" şiirinin hatırlattığı gibi, çocukluğumda yaz kış yeşil bir saksı olarak annemin teyzesinin penceresinde olurdu.
İzin istedim, kırdım iki küçük dal. Sonraki günlerde suda beklettim, köklendi,
Birini ektim lakin tutturamadım, korktum. Diğerini çiçek sever komşuma verdim.
Gelecek yaza üçümüz buluşalım inşallah dedim.
Sen, ben ve bir saksı dolusu ıtır :))
Mis kokulu bu çiçek "Fahriye Abla" şiirinin hatırlattığı gibi, çocukluğumda yaz kış yeşil bir saksı olarak annemin teyzesinin penceresinde olurdu.
İzin istedim, kırdım iki küçük dal. Sonraki günlerde suda beklettim, köklendi,
Birini ektim lakin tutturamadım, korktum. Diğerini çiçek sever komşuma verdim.
Gelecek yaza üçümüz buluşalım inşallah dedim.
Sen, ben ve bir saksı dolusu ıtır :))