13 Eylül 2019 Cuma

Mavi Kütüphane, Bizim Kütüphane


                                                ( kütüphane görsellerinden ve de hayallerimden alıntıdır)

                                                   


Bilmem biliyor musunuz,
12 yıldır yazları Altınoluk-Küçükkuyu arasında, Kaz Dağlarının eteği, Midilli Adası'nın tam karşısında, Edremit Körfezi'nin kıyıcığında bir yerlerdeki Küçük Ev'imdeyim. Son üç yazdır daha uzun süre kalabiliyorum orada. Öncesinde iş, güç, sorumluluklarım Ankara dan en fazla on, on beş gün ayrı kalmama izin veriyordu.  Tüm bu yıllar içinde sadece bu yaz genel kurul toplantısına katıldım ve 250 hanelik site sakinlerine yukarıda yer alan bildiriyi dağıttım.

Nedense topluluk görünce başıma bir iş açmadan duramıyorum. Doktorum bu durumda aileme "kendi haline bırakın" demiş olmalı diye düşünüyorum ;) Çünkü kimse bana sen n'apıyosun demiyor.

Sonra bu ilan, küçük gönüllüler sayesinde diğer evlere, plajda güneşlenenlere, kafe de tavla oynayanlara, okeye dördüncü arayanlara, boş boş bakanlara, denizden çıkanlara, olmadı balık tutanlara, velhasılı gelene geçene dağıtıldı.  Soyunma kabinlerinin kapılarına, sahildeki büfenin dondurma dolabının camına, markete, manava, daha bir çok yere asıldı.

Okuyan hiç kimse bu de nedir? Hangi aklıevvelin işidir? demedi inanın.
Hatta Ankara'ya dönmeden bir gün önce bakkalımız yolumu çevirip bir tek, evet sadece bir tane kitap tutuşturdu elime. Biri sizin kütüphane için bıraktı dedi. Gözlerim doldu, içim bir hoş oldu teşekkür ederken. Kader gayrete aşıktır derler ya bakalım benim gayretim gelecek yaz sitemizi ve faydalanmak isteyen tüm komşu siteleri bir kütüphane ile buluşturabilecek mi?

Katkı sağladıklarım sayılmazsa bu benim hayata geçen 3. kütüphane projem olacak.
Doğrusu yazarken bile keyif veriyor kalbime :)
Biri Manisa Akhisar da bir İÖO idi.  Diğeri Edremit Kızılay Huzurevi'ne kurduğumuz kütüphane.


Şimdi öncelikle yaz günleri ellerinden telefon, tablet düşmeyen çocuklarımız, sıkıntıdan ne yapacağını bilmeyen büyükler için sitemizde bir kütüphane hayalim var.
Bir tek çocuğumuza kitap okuma zevkini verebilirsem yetecek sanki.
Bu yüzden sizlerden kitaplarınıza bir göz atmanızı, onlardan vedalaşabileceklerinizi 
Mavi Kütüphane'ye bağışlamanızı rica edeceğim.
Olmadı mı? sosyal medya hesaplarınızda duyursanız da yeter. 
Maksat bu güzel işin bir ucundan tutmuş olun. Yardımlarınız olmadan başaramam ki. 


Ben kütüphanemden bu kitapları ayırmıştım. 
Bazıları vaktinde satın aldıklarım, bazıları bana hediye edilmiş kitaplar.
Evet, artık hatıralardan vazgeçebiliyorum. Biraz zor alıştım bu duruma ama başardım sonunda.
Allah izin verirse gelecek yaz çevrede bilinen, kullanılan çok güzel bir kütüphanemiz olacak.
Ben umutluyum. Ya siz?



Bu arada bütün bir seneyi orada geçiren ailelerimiz için kütüphanemiz kış aylarında da açık. 
Çünkü henüz yönetim bürosunda bir duvardayız. Kitaplığımız, kitap raflarımız falan da yok. 
Zamanla kapı önüne konmuş vitrin, büfe parçalarının kapaklarını çıkarıp  kitaplık olarak kullanıyoruz. Ben böyle olmasını, böyle kalmasını daha çok sevdim aslında :)


Eğer sizin de kitap bağışınız olursa yazın bana, adres anında sizde.
Bildiri de telefon numaram var nasılsa ;=) 
Hem aklınızda olsun PTT Kargo kitaplar için %50 indirim uyguluyor.

Bu hafta gidip bir de kitap mührü yaptırayım diyorum.
Ne dersiniz?



11 Eylül 2019 Çarşamba

Bıraktım, Geldim



Kendisi küçük, kalbimdeki yeri kocaman evimi,


yazın o tembel, adeta akmayı unutan zamanlarını, dağınıklığımı,


cömert zeytin ağaçlarını, alçak gönüllü iğdeleri,


ille de bahçemizi,


bahçenin çeşmesini,


 balkon kahvaltılarını,


dalgalarla şarkı söyleyen şen şakrak çakıl taşlarını,


Güre'nin perili (!) evlerini,


Küçükkuyu sahilinde gece voltalarını,  


denizi, yazın sevgili yar'ini,


yorgun balıkçı teknelerini,


akşam güneşlerini,


küçük dostlarım, canımıniçi oyun arkadaşlarım;  Deniz'i, Duru'yu, Masal'ı ve Emir'i 



Nazar'ın lokmalarını,


ah! Vardar'ın sakızlı, cevizli, karamelli  muhteşem dondurma toplarını,


Ege'nin efil efil esen rüzgarını geride bıraktım bir kez daha.



Yine yollardayım.


Bu yaz Küçük Ev'e iki kez gittim, döndüm.
Biri hariç o 750 kilometreyi trenle kat ettim.
Yolda geçen süreyi sadece iki saat uzattım ama bu konforu çok sevdim.
Bir dahakine ikili yataklı kompartımanda yer bulsam tadından yenmeyecek.


İşte evimdeyim.


Kuğulu Park'ın güzeli,


Ulus'un sevdiğim binaları,


Beyoğlu Börekçi'sinin lezzetleri,


Pirinç Han'ın ezberlediğim güzellikleri,



hepsi ama hepsi bıraktığım gibiydi.


Bütün yaz fırsat bulduğum her an sadece kitap okudum.
Okumakla kalmadım.... Belki sizin de dahil olabileceğiniz, olursanız çok sevineceğim bir işe giriştim.

Onu da bir sonraki yazımda anlatayım izninizle.
ve
Sevgimle!


10 Eylül 2019 Salı

UTEF- Uluslararası Tüm Engelliler Federasyonu



Geçtiğimiz günlerde UTEF (Uluslararası Tüm Engelliler Federasyonu) Ankara Şubesi
 açılışına davet edildik.
Davete eli boş gidilmez dedik, arkadaşlarımızın bağışlarını da yanımızda götürdük.




 Sonrasında sandalyelerimizin sayısı arttı. İhtiyaç sahiplerine ulaştı ve fotoğraflara yansıyan mutlulukları bize gönderildi. 
İzinleri olmadığından sizinle buradan paylaşamıyorum o gülen yüzleri.

**********

Sizinle daha çok görüşelim, daha çok şey paylaşalım ama.
 Eylül bunun için biçilmiş kaftan zannımca ;)
Bir şeyler biterken, yenilerinin başladığını gözümüze gözümüze sokan aydayız.
Bıraktıklarımız, kavuştuklarımız, yarım kalanlar, devam etmeye mecbur olduklarımız...
Hayatı ciddiye almaların başladığı, hesap kitapların yapıldığı yazla kış arası, "gerçekler" zamanındayız. Benim Sonbaharla bir alıp veremediğim yoktur.
Severim bu turuncu mevsimi.

Aaaaa... Kaptırdım gidiyorum. Bu gelecek yazımın konusu değil miydi :))
Tamam, bitirdim işte.
Sağlıkla, güzellikle, zafer ve kurtuluşla kalın. Bir de sevgimle :)


3 Eylül 2019 Salı

Vakıflı Ermeni Köyü Ve Musa Ağacı


Efil efil rüzgarı, sokaklarında, yol kenarlarında capcanlı renkleri ile sardunyaları, sakinliği, temizliği ile çok güzel bir köy Vakıflı.
Bir tarafta Kel Dağ, ucunda Akdeniz ve ardında Suriye görünüyor. Diğer tarafta Musa Dağının geniş etekleri... Vakıflı Türkiye deki tek Ermeni köyü.



Köyün kadınları kurdukları kooperatif ile organik tarımda elde ettikleri ürünleri işleyip kilisenin bahçesindeki stantlarda satıyorlar. Neredeyse tüm meyvelerden yaptıkları şaraplar, reçeller  raflarda dizi dizi. Ben nar ekşisi ve kara dut şurubu aldım ve her ikisini de çok beğendim. Şehir merkezinde satılanların aksine, şık cam şişelerde ve üzerinde gerekli bilgileri içeren etiketleri ile özenli bir çalışmanın ürünü oldukları hemen seziliyor. Üstelik plastik şişelerle satılanlarla aynı fiyattan. Bu küçük detayı yazmadan geçersem, emeğe haksızlık edeceğimi düşündüm.




Mumlar Mart ayında vefat eden Ermeni  Patriği içinmiş.
Ben bizzat papazla konuşup, baş sağlığı diledim. Allah rahmet eylesin dedim. O da, Amin dedi.
Nalan niye güldü ki :)



Çeşme ve kapı önü gördüm mü, fotoğraf çekmeden, çektirmeden olmuyor nedense.
Hayır bir de düzgün durabilsem amenna.


Bu güzel köydeki Ermeniler her yıl kutladıkları yortu, noel programları ile geleneklerini bugün de devam ettiriyorlarmış.


Hazır buralardayken Hıdırbey Musa Ağacı'nı görmeden olmaz dedi yerel rehberimiz.
Hemen he dedik tabii.

Hıdırbey Musa Ağacı efsanesi
Rivayete göre, Samandağ sahilinde buluşan Hz. Hızır ile Hz. Musa birlikte dağa çıkarlar. Bu ağacın bulunduğu noktaya geldiklerinde Hz. Musa elindeki asayı toprağa saplar ve eğilip su içer. Tekrar dönüp baktığında asanın yeşerip fidana dönüştüğünü görür. Halk arasında ab-ı hayat suyundan can bulan fidanın binlerce yılda gelişerek bugünkü halini aldığına inanılmaktadır. Ağacın gövde çapı 7,5 metre, çevresi 21 metre, yüksekliği ise 7 metredir. Ağacın dalları yaklaşık 1000 m2'lik alanı kaplamaktadır. Ağaç, Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu Başkanlığı tarafından koruma altına alınmıştır.


Nasıl da sevilesi bir ağaç değil mi?


Ağacın hasta bölgeleri tedavi edilmiş.


Bir poz da arkadaşımla :)


Güneş kalbinize sızmak için ille de bir yol bulur. Yeter ki onu görmeyi isteyin, dileyin.


Gezimiz bitti ve biz sabahın karanlığında bindiğimiz uçakla eve döndük.
Sonra,
Gençlik Parkının anne-çocuk zürafaları ile güneşli Nisan ayının ilk günlerinde Ankara sabahı gülümsedi.
Kim bilir, belki de "hoş geldiniz" dedi.

**********

Bu yıl gezi açısından en verimli zamanı yaşadığımdan,
Mart sonu-Nisan başından bugüne nasıl geleceğimi düşünmekteyim kara kara.

Bu sabah yine bir kavuşma yaşadık Ankara ile.

Sırada Burdur var ya... Hadi bakalım!