Çok zaman önce Gökçeada da uzun bir tatil yapmıştık.
Ağustosun sonları, yakın bağ bozumu mevsiminde. Nasıl ıssız, nasıl bakir... anlatamam.
Bakanlığın Uğurlu Plajı'ndaki kampında kalıyoruz.
Benim tatillerimde böyle ekmek elden, su gölden durumları pek az yaşandığından,
kilometreler boyu süren kumsalda yürüyüşlere, ada içinde turlamalara çok zamanım oluyordu.
Her akşamüstü odamıza kucak dolusu deniz kabukları, çiçekler ve hatta otlarla dönüyorduk.
(şimdi o sahilde o denli deniz kabuğu yokmuş biliyor musunuz)
Madamın Dibek Kahvesinin tadını, pencereleri kör gözler gibi bakan, asla unutamadığım terk edilmiş mahzun Rum Köylerini, hiç dinmeyen rüzgarını, her yerde karşınıza çıkan, yıl boyu adada özgürce dolaşan keçilerini bunca yıl hiç unutmadım.
Orayı ilk gördüğümde öyle sevmiştim ki, kediler gibi yaşadığı yere tırnaklarını geçiren ben, eşime;
" Bak burada yaşayabiliriz. Sahile yakın eski bir ev alırız. Çocuklar meydandaki okula giderler.
Sen balığa çıkarsın, ben bahçeye bir şeyler ekerim, bir iki de zeytin ağacı...
Bir de köpeğimiz olur. Adı "Alaca" " demiştim,
Asla gerçekleşmeyeceğini bilerek.
Üzerinden zorlu, uzun 15 yıl geçti.Çocuklar büyüdü, okullar bitti, giden gitti, biten bitti....
Geçen yaz Bozcaada ya giderken, bu rüzgarlı, yaşlı adaya uzaktan uzun uzun baktım.
Gözümde hiçbir zaman bizim olmayan o eski evi canlandırdım.
Odaları kireç boyalı, sedirli, kilimli, bol yastıklı, mutfak duvarı sergenli o evi düşündüm. Bahçesindeki neşeli borazan çiçeklerini, bir köşede Alaca'nın derme çatma kulubesini,
boyaları yer yer dökülmüş sandalımızı, Hani balığa çıkacaktık ya, işte onu.
Bilmem, sessizce, çocuklardan gizli ağladım belki de...
Sonra yaz bitti.
Panjurlar indi, valizler toplandı, konu komşuya veda edildi ve dönüldü.
Rüzgarlı ada, yığma taş ev, deniz kabukları, gümüş pullu balıklar, eski bir şarkı olup
beynimin labirentleri arasına usulca gizlendi.
Taa ki, bir blogda, üstte yer alan fotoğrafı görüp "aa... ! biri hayalimin fotoğrafını çekmiş !"
diyene kadar.
Baktım, fotoğrafın ve yer alan bloğun sahibi Sevgili Arzu Brumendi.
Sihirli kareler çeken, bana göre olağanüstü bir İstanbul Fotoğrafçısı.
O gün bugündür çektiği bütün fotoğraflarına bir şiir yazasım gelen zarif arkadaşım.
Bloğunda bu fotoğrafı ilk yorum yapana hediye edeceğini yazmış.
Durur muyum. Bu benim evim! Hemen iki satır karaladım ve ince bir korkuyla bekledim.
Bence asla bana sıra gelmeyecek, adadaki evim sadece benim gözlerimin görebileceği bir kareden öteye gidemeyecekti.
Ama kader ağlarını bu kez benim için ördü ve yaz güneşi gibi sımsıcak bir battaniye yaptı :)
Fotoğraf çok güzel bir not ve bir kelebek eşliğinde bana geldi.
İnanmayacaksınız, o kelebekle yakından ilintili bir şey daha var bende.
Yok yok! Korkmayın, üste para verseniz anlatacak değilim arkadaşlar :)
Hediyem, boyanması bir türlü tamamlanamamış, yolda bulunmuş bir çerçeveyi bekleyedursun,
ben bu yazıyı öncelikle sevgili Arzu ya ( A CUP OF CAFFEINE )çokca gecikmiş bir teşekkür,
size dünyaya güzel bakan, incelikli bir gözü anlatma isteği
ve
benim için Hafta'nın Bloğu nu tanıştırma amacı doğrultusunda yazdım.
Uzun oldu, biraz özel, biraz da buruk bir yazı oldu ama benim içimi rahatlattı gerçekten.
Şimdi sizleri sevgili Arzu'nun dünyasına alayım lütfen.
Güzel bir hafta geçirmeniz dileğimle.