14 Temmuz 2016 Perşembe

Helsinki Caddelerinde



Temppeliaukio Kirkko Kilisesi luteryen aleminin bir mabedi imiş.

"Mimar kardeşler Timo ve Tuomo Suomalainen tarafından tasarlanan ‘Temppeliaukio Kirkko' veya Kaya Kilisesi 1996 yılında tamamlanmış. Kilise, aynı zamanda Helsinki'nin en popüler turistik atraksiyonlarından biri olarak her daim ziyaretçilerle dolu.
Yerin altında konumlanan Kaya Kilisesi, son derece olağan bir konut bölgesinde, masif ve devasa büyüklükte bir granit kayanın içinde oyulmuş olarak duruyor.  Yukarıdan kuş bakışıyla gözlemlediğinizde zemine çakılmış, uçan bir cisme benzediği pekala söylenebilir."
(BİLGİLENDİRME İNT. DEN)

Kilisenin girişi içi ile tezat teşkil ediyor.




Ziyaretin ücretsiz olduğu kiliseye girer girmez her dilden broşurler ve bir hatıra eşya dükkanı ile karşılanıyorsunuz.


Helsinki de kiliseler sahip oldukları mükemmel akustik sebebi ile konser salonu olarak da hizmet veriyormuş. Aynı gün bir başka kilisede biz de harika bir konser dinledik tesadüfen.


Bir yerlerden bendeniz görünmeyeceksem resimleri alası internet aleminde sebil değil mi ama :)


Doğal ışıkla aydınlanan kilise de beni duvarlar kadar etkileyen orijinal tavan oldu.




Dışarıdan bakınca bu dev kayanın altında bir mimarlık harikası olduğunu kim söyleyebilir?


 Caddeler  geçip, binalar, parklar aşıp Botanik Parka doğru yol alıyoruz. 










Ağaç ağırlıklı bu bahçede yerlerde yumak yumak uçuşan kavak polenleri yüzünden çok fazla kalamıyoruz. Bahçeler içindeki cam yapılar tadilatta imiş zaten.





 Bizden başka dolaşan ise pek yoktu.


Çıkmadan bu sevimli sincabı gördük kayanın üzerinde yemeğini yerken. 
Ben ilk defa doğal ortamında bir sincabı bu kadar yakından gördüm biliyor musunuz.


 Bisikletlerin bile vitessiz olduğu bu dümdüz şehirde, ben yine bir yokuş buldum tırmanmak için.
Yok, heveslisi değilim ama bittiği noktada çok görkemli bir yapı var.


Kallion Kilisesi 1912 yılında gri granitten inşa edilmiş.




 Etrafında dolanıp girişini ararken müthiş bir sopranonun şarkısını takip ettik.


İçeride Helsinki Rotay kulübünün düzenlediği bir konser varmış.
Kapıdaki bayan görevliler buyur edince hiç ikiletmedim doğrusu.


 Zaman darlığı yüzünden yazık ki sonuna kadar dinleyemedik ama atmosferin büyüsü, müziğin güzelliği tüm yorgunluğumu aldı götürdü.









Yollar yine denize çıkıyor.



Kongre Binası



Parklarda yol kenarında güneşlenen aileler tatilin ve güneşin tadını çıkarıyorlar.
Bunlar bizim ülkemizde olsa eve girmezler bence.




Hem kıyıda, hem teknede hizmet veren bu restoran çok kalabalıktı.


Yine uçsuz bucaksız bir park.
Denizin parkın içine sokulduğu bu noktada köpekler için de bir plaj var.
Hal böyle olunca heykellerde  Agatha'nın Köpeği formunda.


O plaja bu " dilek köprüsünden" geçiyorsunuz.


 Ivan Jr de hazır olunca, geç bile kalmışlar . demişim.
Çocuklardan biri "annee" deyince fark ettim sesli düşündüğümü ;)


Yeniler,


yeni kalanlar... tekneler çeşit çeşit kırlent gibi dizilmişler.


Helsinki yi bir çok yazıda, sürprizlerle dolu bir şehir diye tanımlamışlar.
Bunun yanında rahat modernliği ile çok da etkileyici.





Bu tarihi yeşil tramvayın yolu bekledim desem yeridir.
Yok, binmek için değil, fotoğrafını çekmek için ve yakaladım!


 Şehir meydanındaki Çift Kartal Anıtı. 
Ben biraz kafasını uçurmuşum ama bu Çift Kartal, Rusya'nın amblemi imiş.
Tarihlerinde Rusya'nın işgaline uğramış tüm Baltık Ülkelerinde izler hala duruyor.
Bunu sadece yapılarda, heykellerde değil, halkın orta yaş kesiminin davranışlarında bile hissedebiliyorsunuz.


Limana dönüş yolundayız.

 

Bir günlük Helsinki gezimiz bitti.
Gece 21:00 de kalkan gemimiz yine beyaz gecelerde yol aldı.
Soğuk esen kuvvetli rüzgar yüzünden dışarıda durmak mümkün olmadı.


Dönüş yolunda pencere arkası çekimleri yaptım ben de.



Sırada Letonya'nın başkenti ve bence Baltık Ülkelerinin yıldızı Riga var.

İki gün kaldığımız, kalmalara doyamadığımız bu muhteşem şehri bakalım size ne zaman anlatabileceğim.
Yarından sonra Küçük Ev deyiz kısmetse. Deniz, güneş, temizlik, yemek, deniz, alışveriş, misafir, güneş, komşuluk,sabah kahveleri sonra yine deniz... tarzında bir hayat beni bekliyor.
Size ancak akşamları sahilde müdavimi olduğumuz Mola Kafe den yazabileceğim.
O zamana mutlulukla ermek üzere izninile kısa bir mola.

Sağlıkla, sevgiyle  kalın efendim.




13 Temmuz 2016 Çarşamba

Helsinki ye Gemi Yolculuğu



 Yine gemideyiz ama bu defa yolculuğumuz kısa sürecek.
2,5 saat sonra Helsinki de olacağız. Çünkü Tallinn-Helsinki arası 80 km kadar. 
Baltık Denizi ni aralarına almış bu iki şehir her anlamda birbirinden son derece farklı.



 Tercihimiz daha önce indirim kuponu edindiğimiz Viking Line oldu. 
Kontroller için sabah erkenden limanda olmamız gerekti. Finlandiya da alkol tüketiminin fazla oluşu hükümetlerini yeni tedbirler almak zorunda bırakmış. Böylece konan vergilerle alkollü içecekler oldukça pahalı hale gelmiş. Tallinn, özellikle gemilerdeki Duty Free ler ucuz içki almaya gelen Finlilerle dolup taşıyor. Öyle şişelerle de değil genç yaşlı hepsi ellerinde kasalarla dolaşıyor.
Anlayacağınız bizim gibi seyahat amaçlı gidenler oldukça azınlıktaydı ve herkes bir yer bulup uykuya devam etme derdindeydi.


Haziran sonunda hava güvertede durulamayacak kadar soğuk olduğundan biz de kendimize kapalı bir mekan seçtik.





 Biraz dolaşıp bir kahve içimi zaman da geçince

Helsinki ye yaklaştığımızı yine sağımızda solumuzda neşeli oyuncaklar gibi bitiveren adaların varlığından anladım ve sabahın sisi içindeki bu küçük adaların fotoğrafını akşam dönüşümüzde yine çektim.



Bakın :) Sis hayal ettiriyor, ışık gerçeği sunuyor her zaman.



Limandan şehir merkezine yürürken solunuzda deniz, sağınızda tarihi binalar size arkadaşlık ediyor.


Dönüp baktığımızda görünen budur.

 .

Uzaktan bu kocaman dönme dolap göz kırpıyor. İyi ki çalışmaya başlamamış.
Kabinlerden biri VIP miş. dikkatli bakarsanız buradan bile fark ediliyor.


Bir de bu var! Çocuklar çok istekliydiler ama " cesedimi çiğnersiniz" dedim.
Bu arada gittiğimiz gün bayram olduğundan tatildi ve müzeler mağazalar hatta kafeler bile kapalıydı.



İlk ziyaretimiz  Rus mimar tarafından 1868 de yapılan Uspensky Katedraline oldu.
Dışından baktık dolandık çıktık.




Deniz kenarında her gün sabahtan kurulan ve öğleden sonra  yerinde yeller esen bu tezgahlara uğramadan olmazdı elbette.


Hemen her yerde olduğu gibi takılar, magnetler, çantalar küçük tezgahlara dizilmişti.
Diğer Baltık Ülkelerinden farklı olarak Helsinki de geyik boynuzundan yapılan çokca aksesuar vardı.


Karşıdaki tezgahta satıcı da alıcı da Türk olunca onlara Kuzey Kutbunda rastlamış gibi sevindim :))


Pazarın hemen karşısında turizm bürosu vardı ve uğramadan hayatta olmazdı.


"Helsinki dendiğinde herkesin ilk aklına gelecek yapı fotoğrafta gördüğünüz Helsinki Katedrali'dir. Görkemli ama bir o kadar da sade tasarlanmış bir lüteriyen katedralidir. Finlandiya'nın tarihinin çok eskilere dayanmaması ve bu topraklarda Rusların zaman zaman hakim olması bu katedraldeki Rus havasını bize biraz olsun açıklıyor " 
diyor bir sayfada.







Kilisenin küçük sevimli bir hatıra eşya dükkanı ve önünde iki masadan oluşan kafesi var.


Sonra, ben haritada gördüğüm tren garına gitmek istedim çünkü gar binaları her şehirde güzeldir değil mi?


İşte girişi,


peronları


o da ne! İki katlı tren :)


Caddeler tatil nedeni ile nereyse ıssız derken böyle renkli tiplere rastladık.
Bilmiyordum yeni akımmış, insanlar sevdikleri roman kahramanları ya da çizgi roman karakterleri kılığında geziyorlarmış canları istedikçe. Bu şeker kıza daha sonra başka bir yerde yine rastladım.



Bu araçlar şehri yürüyerek keşfetmeye üşenenler için biliyorsunuz.
" hop-on hop-of " 


Arkamda görünen yapı tamamen ahşaptan yapılmış tüm inançlara açık bir şapel. 
Kampin Kapelli diğer adı ile " Sessizlik Şapeli" Dünya Mimarlık ödülünün sahibi bu ahşap dev yapı.
Yanındaki insanlarla  orantıladığınızda gerçek boyutunu tahmin etmek mümkün.





 Bu defa yavaş yavaş geziyoruz şehirde. Stockholm de o kadar yorulduktan sonra Helsinki gezisi parka gitmek gibi geliyor bana. Burası daha küçük bir şehir zaten.Vaktimiz de çok.
Dönüş için gemimiz akşam dokuz da demir alacak limandan.
Şimdi dinlenme zamanı.
Doğal Tarih Müzesi'nin yanından geçip gidiyoruz çünkü o da kapalı :(



Yol boyunca yine kapılar,




Yine tabelalar...




 Ve heykeller...




Yemeğimizi yemek ve dinlenmek için bu güzel göl kenarını seçtik.
Şehrin caddelerinde göremediğimiz kalabalık burada spor yapıyormuş meğer.


Estonya da gül mevsimi demiştim ya. Hani toplayıp reçelini bile yapmıştım.
Burada göl kenarında da buldum harika kokulu Baltık güllerini.


Devasa yapraklı bu bitki nedir bilmiyorum. Bunlarla dolma sardığınızı düşünsenize :)
Kaya Kilise ye gitmek üzere yola koyuluyoruz.



Vitrinlerden birinde bu şık hanımı görüp Fiamma'nın kulaklarını çınlatıyorum.



Kış aylarından alttan ısıtmalı caddelerde sık sık bu bisiklet parklarını görmek mümkün.


İnsanların sadece aklına değil gözlerine de sokmak için.
"Bir arabanın kapladığı alana kaç bisiklet sığıyor" demişler.


 Bakın daha önce gördüğümüz şeker kız kendine aynı masaldan arkadaşlar bulmuş.


 Kanallar boyunca çok sayıda ve modelde tekne vardı. 
Burada araba sahibi olmak gibi bir şeymiş tekne sahibi olmak.




 Şimdilik bu kadar.
Helsinki yi anlatmaya bir sonraki yazıda devam edeyim olur mu?
Çok uykum geldi :(