Tam olarak adı bu.
SEKA ilk açıldığının tam 80. yalında kentin hafızası niteliğinde kapılarını yeniden açmış.
Kasım başında ben yine İzmit deydim. İstanbul öncesi veya sonrası mutlaka uğruyorum.
Hayatımın en uzun dönemi hala burada. Ankara yetişir mi ona Allah bilir.
Bu defa hem gidişte, hem dönüşte konaklamam için daha çok sebebim vardı.
Boş olan yarım günde Yonca "Sen seversin, hadi müze gezelim" dedi.
Sevmez olur muyum?
Hem SEKA'nın benim hayatımda özel bir yeri vardır. İlk stajımı Seka Klor Alkali Tesisleri'nde yapmış, hayatımda ilk kez emeğim karşılığı para kazanmıştım.
Daha içeriye adım atar atmaz sevdirdi kendini bana bu güzel müze.
Bakar mısınız inceliğe? Emanet dolaplarının her birinin kapağında fabrikada emekçilerinin iş başında çekilmiş siyah beyaz eski fotoğrafları var.
Bu sokaklarda yıllar içinde tazelenen ayak izlerimiz var.
Deniz ve şehir arasında bir kale gibi idi gözümde.
Çok sevdiğim gar binası hala duruyor çok şükür.
Bu blok notlardan çocukluğumda bizim evde hep olurdu.
Milli bayramlardaki resmi geçit törenlerinde gazilerin, öğrencilerin geçidinden sonra, önce askeri araçlar, sonra itfaiye araçları, ambulans ve en sonunda da kasaları çiçek dizileri ile süslenmiş Seka'nın kamyonları geçerdi. Üzeri açık kasalarından yol boyunca töreni izleyenlerle yağmur gibi bu küçük defterleri atarlardı :) Her sene benim "ödev defterim" olurdu bu blok notlar.
Vitrinin içinde gördüğüm anda gözlerim doldu.
Hatta karton kapağın selüloz kokusu geldi burnumun ucuna inanın.
Kontrol panelleri ve daha bir dolu şeye de siz anlam yükleyin.
:)
Sosyal dönüşüm modeli ve endüstri mirası diye bahsediliyor bu müzeden.
Bu fotoğraf da sanki bu cümlenin içini dolduruyor.
Mehmet Ali Kağıtçı Türkiye'nin ilk kağıt mühendisi ve SEKA'nın kurucusu.
İnanılmaz bir yaşam hikayesi ile idealist bir adam.
Ona ayrılmış Anı Salonu'nda kitapları, belgeleri, bazı eşyaları ile kağıda adanmış ömrünü anlatıyor.
Müzeye gelen gruplar randevu alarak, burada kendi kağıtlarını üretebiliyorlarmış.
Hatta çocuk grupları sonra kendi kağıtları üzerine orada resimler yapıyor,
sergilenmek üzere müzeye bırakıyorlarmış.
Çıktığımızda akşam oluyordu. Bizler zaman tünelinde uzunca yol almış gibi yorgunduk.
Yine de görünmez ipler bizi bir süre daha oraya bağladı.
Bir türlü ayrılamadık.
Gezmek isteyen ama gidemeyenleri de unutmadım.
Lütfen buraya tık tık.
Lütfen buraya tık tık.