Hani romanlarda falan olur;
" yüzünde acı bir tebessüm ile duygularını gizliyordu" diye tabir edilir durum. İşte bu halim o duygunun görüntüye dönüşmüş şeklidir arkadaşlar.
Gitmeye gidemez, dönmeye dönemez bir halim var benim son yıllarda.
Yine de sayılı günler geçip gidince, ben de denize,
bahçemize,
taşlara, kuşlara, Kaz Dağlarına, zeytin, çam ağaçlarına, deniz canlılarına,
hatta cansızlarına
bir sabah veda ettik.
Ankara nemli gözlerle karşıladı beni diyebilirdim ama doğrusu üşüttü hemen güneşe alışkın bünyeyi.
Ev boş sanıyordum ama bakın beni bekleyen biri varmış.
Hoş buldum :)
Sabah uyanıp penceren bakınca, bozkırın bizim siteye düşen payını buldum bahçede.
Her ay külliyetli miktarda ödediğimiz aidatlar ne oluyor ? demek için yönetimin yoluna düşesim geldi, gözlerim yaz boyu bunca yeşile alıştıktan sonra.
Gitmedim....Kızgınlığın verdiği o enerji ile Küçüğün odasını temizledim,
Sadece bir gün sonra kendimi Milli Kütüphane de buldum.
Yazlığa gitmeden yarım bıraktığım kitabımdan okudum bir bölüm.
Yara-Mehmet Rauf
Neredeyse tamamı diyaloglardan oluştuğundan mıdır, nedir? Sonunda radyo tiyatrosu kıvamında bir şey çıkacak ortaya sanırım.
Sonra bir toplantı, bir koşturma... Yok yok TBMM de değil.
Kağıt çanta ile hava falan da olmaz ki. Denk gelmiş :)
Yine akşamın çabuk olduğu, karanlığın ve serinliğin hemen düştüğü günlere geldik.
Kim icat ettiyse iyi etmiş şu kahve makinesini.
Ne yapıyorsun? diye soran arkadaşım için çekmiştim bu halimi.
Hasta mısın? diye sorunca, acile böyle pespembe giden ben yaşta birini hangi doktor ciddiye alır acaba? demiştim.
İşte arkadaşlar, geldim.
Geldim ve yokluğumda buraya yazamayışımın acısını kendimden çıkarıyorum.
Yani;
Saçma sapan, akılıma gelen gelmeyen, fotoğraf niyetine çektiğim ne var ne yok hepsini paylaşarak.
Ohh... Biraz rahatladım mı ne?